Image
Önemsizleştirilen Soykırım[1]
Tamer Çilingir geçtiğimiz günlerde bir yazı yazdı.[2]

Tamer’in yazılarını hep ilgiyle okurum. Bunu da aynı ilgiyle okudum. Kısa ama çarpıcı bir yazı haliyle. Bence de önemli bir konuya vurgu yapmakta. Sert ama güzel, önemli, gerekli.

Tamer’in değindiği gibi bilerek ya da bilmeyerek Kemalizmin etkisindeki birçok insanın böyle düşündüğü doğru. Hatta bir süre sonra belki şöyle şeyler duyulacak: »Ermeni meselesini hallettik de şimdi bir de Pontus/Rum soykırımı çıktı başımıza.« Ama bu karşı çıkış pek yeni gelmeyecektir birçok insana. Çünkü benzer çıkışlar hep olmuştur ve olacaktır. 1970’li yıllarda birçok solcu Kürdistan konusu gündeme geldiğinde tam da aynı şeyleri söylemekteydi. Şimdi burada Ermeni ve Rum yerine örneğin Türk ve Kürt gibi başka kelimeleri koyun çok tanıdık gelecektir birçok insana.

Bir sorunun aciliyeti olabilir. Bir sorun herhangi bir nedenle öne çıkmış olabilir. Buna bağlı olarak da tartışılıp konuşulabilir. Bazen uzak ve ufak bir kıvılcım böylesi bir şeyi ateşleyebilir. Güncelliğe taşınan her şey her zaman ille de en öncelikli olmayabilir. Başka bir açıdan bakıldığında durum değişebilir. Ancak herhangi bir nedenle geride kalmış gibi görünenin önemi azalmaz böylesi durumlarda.

Belki de Ermeni meselesinin bugün geldiği nokta öteki acıları unutturmak ya da yok say(dır)makla ilgili düşünülmemeli. Birinin önemi ötekini önemsizleştirmeye dönüştüğünde içeriklerinden uzaklaşır ve bir süre sonra tümünün önemsizleşmesi gündeme ge(tiri)lir.

Bugünkü Türkiye’nin geçmişinde İttihat Terakki Cemiyeti ve devamı yapıla(anmala)rın gayrimüslimlere yaptıklarını etnik boyutuyla ayırmak insanın canını acıtır. Kuşkusuz İTC anılınca ağırlıkla Ermeni soykırımı akla ve gündeme gelmekte. Ancak bunun temelinde sadece Ermeniler değil tüm gayrimüslimlerin ‘makul seviyede’ tutulması düşüncesi vardır. Bu da İTC ile değil, 2. Abdülhamit’le (1842-1918) başlayan bir düşünce/uygulamadır. Onun için bu düşünce 1890’lardan itibaren Erzurum (1895) ve Adana (1909) gibi yerlerde hayata geçirilmeye başlanmıştı. Buralarda da ağırlıkla Ermeni nüfus yoğunlukta olduğundan hedef alınmıştı.

Ayrıntılara girince bu daha fazla fark edilmekte haliyle. Sayıdan öte yapılanların mantığı, içeriği ve açtığı hasar üzerinden düşünmek daha doğru olur.

Bu konuyla ilgi araştırmacılardan biri Taner Akçam (1953) İTC tarafından gerçekleştirilen Ermeni soykırımı öncesi daha az nüfus yoğunluğu olan bölgelerdeki Rumlar üzerinden ön provaların yapıldığını örneklerle açıklamaktadır. Zaten özellikle Karadeniz yöresinde gerçekleştirilen katliamları Ermenilerle sınırlamak ya da açıklamak mümkün değildir. Topal Osman (1883-1923) gibi birçok kişi başka bölgelerde Ermeni katliamlarına ve yağmalarına katılmış olsa da asıl uzmanlık alanı Karadeniz bölgesindeki Pontus Rumlarının yok edilmesidir.

Soykırıma uğrayan Ermenilerin sayısının (örneğin) Rumlardan çok olması tek gerçeğin Ermenileri kapsadığı düşüncesine yol açması tehlikeli bir durum. Kaldı ki böyle bir durumu sayılarla açıklamaya çalışmak hakikaten işi özünden koparmaya yarar.

Erich Fried’in (1921-1988) Nazi döneminde yok edilen Yahudilerin sayısı üzerinden tartışılmasına ilişkin bir şiiri var. Altı milyon muydu, beş mi, yoksa bilmen ne buçuk mu gibi. Altı değil de üç milyon Yahudi aynı mantıkla yok edilmiş olduğunda soykırım olmamış mı oluyor gibi sorular sormuştu o zamanlar. Şiirin ismi de aynı derecede vurucuydu.


Açık Eksiltme


Pazarlık yapan Yahudi değil onlar
anlaşılması da kolay bunun
yaşıyorlar çünkü
pazarlık yapan altı milyonsa öldü

Yaşıyor ve protesto ediyorlar:
Haksızlık yapılıyor bize
Altı milyon değil
beş buçuktu yalnızca

Yaşıyor ve karşı çıkıyor onlar
acı haksızlığa:
Beş buçuk milyon değil
beş milyondu yalnızca

Yalnızca beş milyon-
haksızlık ediliyor milyon kere
beş milyon yalnızca-
Var mı eksilten?[3]

Burada da Yahudi yerine Ermeni ya da Rum deyince hiç tuhaf durmuyor şiir.

Tamer’in kuşkularına katılmakla birlikte tam öyle olmadığını düşünüyorum. (Tabii Tamer’in dediği gibi düşünenler olabilir.) Çünkü eğer öyle olsaydı, yani sadece Ermeni soykırımı ile iş örtbas edilmeye razı olacak duruma getirilmeye çalışılsaydı, Türkiye Cumhuriyeti yetkileri şimdiye kadar çoktan kabul ederdi soykırımı. Oysa etmiyorlar. Çünkü bu olay(lar) önceki bir sistemde (Osmanlıda) olup bitmiş, dahası Talat Paşa (1874-1921) gibi sorumluları yine aynı sistem zamanında yargılanmış ve ağır biçimde cezalandırılmışlardır. Ama hiç de öyle değil durum. Çünkü Cumhuriyet yöneticileri, Osmanlının idama mahkum ettiği adamın itibarını geri verip mezarını Türkiye’ye taşıdı. Ondan önce zaten Ermenilerin en yoğun yaşamış olduğu ve halen de tek tük kalmış olan bir mahalleye Kurtuluş adını, bu mahallenin orasına burasına ise Talat Paşa ya da Ergenekon adını vermişlerdi. Anlaşıldığı kadarıyla bu bir delikanlılık meselesi falan değil, tümüyle Cumhuriyetin kurucularının 1915 ile işlerinin bitmediğini göstermektedir.

100 yıl önce olmuş bir olaydan bu denli ürkmenin bugüne ilişkin bir açıklaması (veya sıkıntı) olmalıdır. Yoksa çok daha köklü düşmanlıkların (örneğin Almanya-Fransa) birinci derecede dostluklara ve işbirliğine dönüşebildiği bir zamanda bu denli eski bir yarayı neden sarmaya çalışmaz bu insanlar. İşte sorun burada. Tamer Çilingir’in sıkça vurguladığı gibi 1919 ve Samsun şiarları aslında yarım kalan gayrimüslimleri ortadan kaldırma projesinin devamıdır. Yani bu bir tesadüf değildir haliyle. Kurtuluş Savaşı bu yanıyla değerlendirildiğinde daha kolay anlaşılacaktır. Bu anlamda Karadeniz’in Rum/Pontus geçmişinin birçok bakımdan folklorik bir ögeye dönüştürülmesi belki de gayet bilinçli bir mühendisliğin ürünüdür, kimbilir.

Aynı Kerbela olayının bu denli eleştiriden uzak tutulmaya çalışması gibi. Öyle ya 1500 sene önce olmuş bitmiş ve bu olayı Anadolu’nun o zaman ruhu bile duymamışken şimdi niye bu kadar hassasiyetle bertaraf etmeye çalışıyor İslamın şimdiki temsilcileri? Çünkü bu durumu ayrıntılı tartışmak bugünün İslam yorumunu tehlikeye düşürecek korkusuyla ilgilidir.

Yine de her şeye karşın (ve hangi düşünceyle olursa olsun) bir şeylerin tartışılması, konuşulması önemlidir. Böylelikle bir konu ötekini açacak, bir gerçek (daha) gün yüzüne çıkacaktır. Bu anlamıyla Tayyip Erdoğan’ın (1954) Dersim’e ilişkin söylediklerindeki niyetin çok önemi yok. CHP’yi mi zor durumda bırakmak istiyordu, gerçekten Cumhuriyetin kuruluş mantığını mı eleştiriyordu, yoksa gündemi mi değiştirmeyi amaçlıyordu? Artık bu çok önemli değil. Cinin şişeden çıkması gibi bir şey. Dersim meselesi hiç olmadığı kadar açık ve ayrıntılı tartışılmaya başlandı ve kıyamet de kopmadı.

Uzun bir gecikmeyle de olsa her ayrıntının konuşulup tartışıldığı zamana adım atıldı artık.

Ama kuşkusuz birileri başka birilerinden önce olacak daima.

[1] Bu yazı ilk kez 24.09.2014 tarihinde yayınlandı.
[2] http://devrimcikaradeniz.com/2014/09/23/kimi-aydinlarin-pontos-rum-soykirimi-cikmazi/
(Site kapandığından yazıya artık ulaşılamıyor. Ancak benzer içerikte bir söyleşi buradan okunabilir.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/17222/resmi-tarihin-unutturulan-sayfasi-pontos-rum-soykirimi
Ayrıca aynı konulu kitaptan daha ayrıntılı bilgi edinmek mümkün.
Tamer Çilingir-Pontos Gerçeği, Belge Yayınları, 1. Baskı , İstanbul 2016
[3] Erich Fried-Seçmeler, Papirüs Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1994. Sayfa 58. Çeviri: Ulla Karadeniz & Bekir Karadeniz