Arif Sağ, »Bu çok hassas bir soru tabii. Benim bu olaydan kuşkularım var, yani birtakım tereddütlerim var. Devletin ve devletin yapısını yönlendiren insanların yapısını biliyoruz. Yani düne kadar bu devlet Alevi toplumunu hor görmüş, şüpheci bakmış. Sanki Türkiye içinde çıbanbaşıymış gibi görmüş bu toplumu. Hala da görüyor. (…) Aleviler örgütlenmek istiyorlarsa kendi güçleriyle örgütlenmeliler. Bugüne kadar nasıl yaptılar, bundan böyle de yaparlar. Devletin parmağının girdiği yerde ben başka şey hissederim.«[13]
Haliyle söz konusu gelişmeler bu söyleşinin gerçekleştirildiği tarihten epey önceye dayanmakta.
»Alevilerin, Alevi veya Bektaşi ismi ile dernekleşmeleri ancak 1985’li yıllardan sonra başlamıştır. Daha önceleri Alevi ağırlıklı yapıları görmek mümkündür. Bunlardan ilki 1972-73’lerde ‘Amele Birliği’dir. Bu ismin alınmasındaki nedenlerden biri Anadolu’daki ilk işçi hareketlerinden olan demiryolu işçilerine atfedilmesidir. Tepkiler sonucu bu izim ‘Yurtseverler Birliği’ olarak değişmiştir.«[14]
Şimdi yeniden birkaç yıl geriye giderek genellikle gözden kaçan başka (ve muhtemelen bugüne kadar hiç değinilmeyen) duruma dikkat çekmeye çalışayım.
Bilindiği üzere devlet her farklılığı/çeşitliliği potansiyel tehlike olarak görür ve ona göre davranır. Bir yandan eşit yurttaşlıktan dem vururken bir yandan (gerektiğinde birbirine karşı) kullanabileceği en küçük farklılığı iyice kayıt altına almaktan ve gerektiğinde harekete geçirmekten geri durmaz.
Bu konularda birçok bakımdan ‘normal’ görünebilecek ilişkiler her zaman sürdürüldü. Ancak ve muhtemelen devlet aklının işleyişiyle bu bağlamda ilişki kurulan kesimlerin (veya bireylerin) algısı farklı olabilmekteydi. Mesela İzzettin Doğan’ın (1940) 12 Eylül darbecilerinin gözde partisi MDP’in[16] kuruluşunda görev alması gözden kaçan bir karışıklık değildir.[17]
12 Eylül darbesini planlayıcısı ama fazlaca öne çıkmayan kişilerinden biri olarak bilinen Ali Haydar Saltık’ın (1923-2011) Dersimli olması ve Alevi kökeni düşünüldüğünde Alevilere ilişkin hesaplara biraz dikkat çekilmiş olur sanırım.
Bu hesapla devlet, Alevileri en değerli yanlarından biri, müziği üzerinden (de) yönlendirmeyi amaçlamıştı. Dikkat edilirse bu konuda ilginç gelişmeler yaşandı.
Mesela takip eden yıllarda, bir bakıma halk müziğinde önemli bir sıçramaya dönüşen 1982 Şubat ayında Arif Sağ’ın ‘Şan Tiyatrosu Resitali’ olarak hafızalara geçen müthiş dinletisi aslında Alevi toplumunun hiç beklemediği bir rahatlıkla bir gövde gösterisine dönüşebilmişti.
Dikkat edilirse bu konuda ilginç gelişmeler yaşandı. Mesela takip eden yıllarda, bir bakıma halk müziğinde önemli bir sıçramaya dönüşen 1982 Şubat ayında Arif Sağ’ın (1945) ‘Şan Tiyatrosu Resitali’ olarak hafızalara geçen müthiş dinletisi aslında Alevi toplumunun hiç beklemediği bir rahatlıkla bir gövde gösterisine dönüşebilmişti.
Anılarımı yazdığım kitapların 3. bölümünde katıldığım bu dinletiye değinmiştim.
»Salon hıncahınç dolmuştu. Cemile Kutgün’ün uzun sunumundan sonra Arif Sağ’ın performansı oldukça heyecan vericiydi. Ama yaklaşık iki saatlik programı ağız tadıyla dinlemek mümkün olmadı. Salonun bir tarafındaki büyük çoğunluk sürekli tezahürat yaparak dinlemekten çok içlerini boşaltır gibi bir havadaydı.«[18]
Daha sonra bir dizi olarak tekrarlanan bu dinletileri o dönem televizyonun tanınmış yüzlerinden Cemile Kutgün’ün sunması da bir rastlantı sayılmazdı muhtemelen. Tam emin değilim ama galiba Cemile Kutgün’ün babası 1960’taki darbeden sonra bazı sorunlarla karşılaşan DP’lilerden[19] biriydi. Sıkıyönetim koşullarında her şeyin acımasız bir sertlikle idare edildiği dönemde bütün bu denklikleri rastlantı üzerinden izah etmek fazlaca saflık olur. Çünkü iş bu kadarla kalmayıp at sırtında Erzincan’dan yola çıkarak geniş bir coğrafyayı, yani Doğu Anadolu’yu baştan başa dolaşarak İstanbul’a ulaşan bir aşığın hiçbir sorunla karşılaşmaması, dahası bunun magazinleştirilerek duyurulması o dönemin şartlarında fazlasıyla ‘ilginç’ olarak okunmalıdır.
Davut Sulari’nin (1926-1985) dört ay süren o meşhur yolculuğunun tam da aynı dönemlere denk gelmesi yine bir tesadüf değildir. Zaten bu yolculuğu bir televizyon programıyla son bulmuştu. Televizyon programının, her devirde yöneticilerin (ama özellikle askerlerin) ‘bizim’ dediği Uğur Dündar (1943) tarafından yapılmasından devletin resmi gazetesi niteliğindeki Hürriyet gazetesi ve ona bağlı en büyük magazin dergilerinden biri olan Gong dergisinde bunun haberleştirilesindeki paralellik sanırım yeterince ipucu sayılabilir.
Hatta Uğur Dündar’ın söz konusu televizyon programının her bölümünde özel olarak Yavuz Top’un (1950) çoksesli müzik denemelerine yer verilmesi muhtemelen çoğu insanın unuttuğu bir ayrıntıdır. Çünkü Yavuz Top'un da Alevi olması ve söz konusu programdaki çoksesli denemelerinde Pir Sultan gibi simge isimlerin adının geçmesi yanlışlıkla ve gözden kaçma olarak ifade edilemez.[20]
Buradaki birkaç örnekle, darbecilerin kısa bir süre öncesine kadar fişlediği Alevilere ilişkin birden peydah olan sevgisi takdire şayan bir iş değildi haliyle.
Alevilerin örgütlenmesinde Alevilerin kendi gerçeklerini farklı açılardan ifade etme yollarının dışında/yanında devletin böylesi uzun vadeli hesaplarına dikkat çekmek için bu örnekleri verdim. Ancak 12 Eylülün toplum mühendisliği büyük oranda başarıya ulaşmasına rağmen Kürdistan’da olduğu gibi Alevilerde de tasavvur edildiği oranda işe yaramadı. Böylelikle Aleviler süreç içinde güçlenerek kendi yoluna kanalize oldu. Haliyle tek bir yoldan gidildiğini söylemek niyetinde değilim. Çeşitlilik olmasına rağmen burada belirleyici olan muhalif duruş temelindeki örgütlenmelerdir. Zaten Alevilerin en büyük ortaklıkları gelenekleri ve davranışlarındaki tam bir benzerlik değildir. Bu anlamıyla çok çeşitlilik söz konusu ama en farklı gibi görünen Alevileri birleştiren asıl unsur muhalif olmalarındaki kaderleridir. Kaderden kastım, yüzlerce yıldır içinde bulundukları durumda kendilerine neredeyse başka yol bırakılmamış olmasına vurgu yapma amaçlıdır.
İşte yazının başında belirttiğim Hamburg’daki etkinlik Alevilerin örgütlenmesindeki sıçrama kadar devlete karşı mesafeli duruş açısından da önemli bir kopuştur. Hafta boyunca süren etkinliğe katılan Dursun Akçam (1930-2003), Nejat Birdoğan (1934-2001), Güler Duman (1967), Sadık Gürbüz (1950), İsmail Kaplan (1967), Turgut Öker (1961), Arif Sağ (1945), Rıza Zelyut (1948) şu an hatırlayabildiğim isimler. Hafta boyunca çeşitli sempozyum, tartışma ve müzik programları binlerce insan tarafından yoğun ilgiyle izlendi.
Hamburg çıkışlı bu etkinliğin dışında da yine aynı dönemlerde başka gelişmeler söz konusuydu. Bu bir bakıma farklı düşüncelerdeki kesimlerin bir anlamda paralel yapılanlara gitmeleri anlamına gelmekteydi.
Alevilerin Avrupa’da kendilerini ifade etmeye, kimliklerini açıklamaya başlamaları aslında yukarıda bahsettiğim gibi Sünni kesimin örgütlenmesiyle sadece bir ölçüde benzeşmekteydi. Bu, (kısmen de olsa) devlet denetimden bağımsız hareket edebilmeyle doğrudan ilişkiliydi. Ancak Alevilerin mücadelelerini yükseltmeleri daha çok 1980’lerin sonuna denk düşmektedir. O dönemden itibaren hem Türkiye’deki politik ortam hem de artık göçmenlerin gittikleri yerlerde yerleşik olmaya başlamalarındaki ivmeyle bağlantılı olarak düşünmek gerekir. Her gelişmeyi ve muhalefeti sadece maruz oldukları baskıya başkaldırma şeklinde açıklamak yeterli veya doğru olmayabilir. Şüphesiz baskıların itiraza ve giderek karşı durmaya dönüşmesi ihtimal dışı değil ancak her baskının direnişe dönüşeceğinden hareket etmemek gerekir. Mesela Alevi örgütlenmeleri üzerine önemli tespitler yapan Sökefeld[22] (birçok başkası gibi) bu ivmeyi ağırlıkla Alevilerin uğradıkları ve yer yer katliama dönüşen haksızlıklarla gerekçelendirmektedir.Ancak bu düşünce yeterli bir açıklama gibi gelmemektedir. Alevilerin önemli çıkışı olarak görülen Hamburg’daki etkinlik, söz gelimi 1993’te Sivas’ta uygulanan katliamdan epey öncesine tekabül etmektedir. Hatta Sivas’ta gerçekleştirilen katliamı bir bakıma meseleyi önceden kavrayan devlet aklının Alevilere (ve muhalif demokratlara) bir uyarısı olarak okumak daha akla yatkındır.
1 Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu.
2 Örneğin 2019 yılında kutlanan 30. etkinliklerine ilişkin bir haberi bu bağlantıdan okuyabilirsiniz:
https://a-gazete.de/aabfnin-30-yili-sarayda-kutlandi (ET: 20.03.2024)
3 Ayrıntılar için bkz.: https://karamavi.com/index.php/component/sppagebuilder/?view=page&id=23 (ET: 20.03.2024)
4 Bu konudaki ayrıntılar için Birinci Türk Tarih Kongresi, TTK Yayınları, Ankara, 2010, adlı kitap incelenebilir.
Konu başlıkları için bkz.: https://www.ttk.gov.tr/kongreler/i-turk-tarih-kongresi-02-11-temmuz-1932-ankara/
5 Çeşitliliği ve parçalarıyla Türkiye kökenli yapıların bütünü kastedilmektedir.
6 Bilindiği üzere böylesi toplum mühendisliği hesapları bazen çok iyi tutmakta bazen ise işe yaramamakta.
7 Ayrıntılar için bkz.: https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/budami-fitratta-var-deprem-konutu-kurasinda-menzil-seyhlerinin-2175152 (ET: 23.03.2024)
8 TBP: Türkiye Birlik Partisi. İlk kurulduğundaki adı ‘Birlik Partisi’ idi.
Ayrıntılar için bkz.: https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_Birlik_Partisi
9 Türkiye Birlik Partisi Tüzük ve Programı, TİPO Neşriyat ve Basımevi, İstanbul, 1969. Sayfa 5.
10 Turgut Özal (1927-1993).
11 Bu madde şöyledir: »Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.«
12 Erkal Zenger, Tansu Çiller (1946) dahil birçok başka politikacıyla da çalıştı.
13 Kirpi Dergisi, Sayı 5, Ağustos 1990. Sayfa 75.
14 Ahmet Aydemir & Uğur Aydoğdu »Avrupa Alevi YapılanmasıKronoloji (1989-1998)« Öztepe Matbaacılık, Ankara 2012.
15 Ayrıntılar için bkz.: https://t24.com.tr/haber/12-eylulde-aleviler-de-fislendi,234092 (ET: 25.03.2024)
16 MDP: Milliyetçi Demokrasi Partisi.
17 Ayrıntılar için bkz.: https://www.uludivan.de/Alevi-Dosyas%26%23305%3B-8.htm (ET: 25.03.2024)
18 Ayrıntılar için bkz.: Bekir Karadeniz »En Büyük İsyan Hatırlamaktır 3« KaraMavi Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2022. ‘Şan Tiyatrosu’ başlıklı bölüm. Sayfa 342.
19 DP: Demokrat Parti.
20 Bu konuyu daha ayrıntılı olarak ‘Davut Sulari-Yaşamı ve Şiirleri’ adlı kitapta inceledim.
21 Mehmet Caba, Avrupa Alevi Örgütlemesi, İmla Yayınları, Ankara, 2016. Sayfa 11.
22 Prof. Dr. Martin Sökefeld (1964). Ayrıntılar için bkz.: https://ayrintidergi.com.tr/almanyadaki-aleviler/ (ET: 27.03.2024)