Bekir Karadeniz
Gecikmiş Şiirler
KaraMavi Yayınları
2. Baskı, 2017
ISBN 978-605-5825-34-8
12,5 x 19,5 cm, 74 Sayfa
50,- ₺
Kitap İstek FormuGecikmiş Şiirler
KaraMavi Yayınları
2. Baskı, 2017
ISBN 978-605-5825-34-8
12,5 x 19,5 cm, 74 Sayfa
50,- ₺
şiirli efsane
sanırım bir bağı var
yağmurun benimle
nuh’un gemisi
benim yüzümden battı
önceki tufanda da
benim payım var
az mı çırpındım
bulaşmamak için bu işe
olmadı
habil’le kabil
arasına girmedim
ama
roma’nın alevlerini seyretmek
neron’un gözlerinde
dehşet zevk verdi
kaç kabileyi
kılıçtan geçirmedim
tanrı için
israil’den uhut’a
gittim
geldim
yüz yıl doğuya at sürdüm
avrupa’dan
zırh üstünde haç taşıdım
nasılsa hep kurtulan oldu
yine de
»kedi yedi canlıdır« derler
altısını almanın
işe yaradığı falan yok
insan da öyle herhalde
tanrının verdiğini almak
kula düşmez ama
(ya tanrı adına olursa)
kulaklarını
ben uzattım
midas’ın
(başkasının günahı alınır)
dünyayı
zehir ettim
istedim
eski haline soktum yeniden
sevindi zavallı kral
çok sevindi
tanrı fukarayı
sevindireceğinde
önce eşeğini yitirtir
buldururmuş
sonra da
kimse bilmedi neler çektiğini
nasıl zindan olduğunu dünyanın
nasıl huzura kavuştuğunu
ölümünde
bilmedi kimse
kulaklarından
o eşek kulaklarından
diyeceksiniz hepiniz
yok canım
onun en büyük acısı
kral olmasıydı
yalnızca kral
yoksa kimin umurunda olurdu
sıradan bir köylünün kulakları
kimse bilmedi neler çektiğini
kimse bilmedi neler hissettiğini
atomu ayrıştırmadan keşfettim
düşüncemde
demokrasiyi tartışıp
köle oldum
atina’da
truva’da tahta ata saklandım
spartaküs’le özgürlüğe koşup
kördüğümü çözdüm iskender’le
musa’dan sonra yelken açtım
geçtim denizi yürümeden
firavunlara eşlik ettim
gömülürken piramitlere
at sırtında yıktım çin settini
yerleşik olan her şeyi yıkmaktı gereken
yerleşik olandı çürüyen
çürümeye yüz tutan
duvarlar yaptım kilometrelerce
kimi durdurdum
kimi durduramadım akınları
timur’la at sürdüm hindistan’a
anadolu’ya
şarkılarımı üçüncü selim’le söyledim
lale bahçelerinde
kaplumbağalar dolaştırdım
mumlarla
matbaayı yerle bir ettim
yüz yıl geri bıraktım aydınlanmayı
yüz yıl geriden başladım aydınlanmaya
isyan olup kazan kaldırdım
bektaşilerle
türkü söyledim cezayir’de
ben kuşattım istanbul’u
karadan ve denizden
ben direndim içerde kuşatmaya
kazanan
yitiren bendim
mevlana önünde döndüm delice
kendimden geçinceye dek
ney üfledim
pir sultan’ı ipe çektim banaz’da
pir sultan olup doğdum yeniden
aynı yerde bekledim
yüzyıllar boyu
ateşe düşmek için onlarca insanla
* * *
kırk yıl
kırk yıl bekledim
anlamak için kırk yıl öncesini
olanaklı görünmüyor
kırk yıl daha yaşamam
anlaşılan
yetmeyecek ömrüm
bugünü anlamaya
* * *
kalbimin arka yüzü
akşamlar hüzünlüdür şiirlerde
gerçekte karanlıktır akşamlar
gün ışığı kalbimin aynası
akşamlar arka yüzü kalbimin
yaz akşamları kararmaz kuzeyde
hüznü gizlemek olanaksız yine de çoğu
hüznün zamanı geldiğinde
kalbimin arka yüzü parlak
karanlık batar göze
karanlık sarar teni
bense içimde yalnız
ve üşürüm her akşam
hüznümle
ya da efsaneli şiir
sanırım bir bağı var
yağmurun benimle
nuh’un gemisi
benim yüzümden battı
önceki tufanda da
benim payım var
az mı çırpındım
bulaşmamak için bu işe
olmadı
habil’le kabil
arasına girmedim
ama
roma’nın alevlerini seyretmek
neron’un gözlerinde
dehşet zevk verdi
kaç kabileyi
kılıçtan geçirmedim
tanrı için
israil’den uhut’a
gittim
geldim
yüz yıl doğuya at sürdüm
avrupa’dan
zırh üstünde haç taşıdım
nasılsa hep kurtulan oldu
yine de
»kedi yedi canlıdır« derler
altısını almanın
işe yaradığı falan yok
insan da öyle herhalde
tanrının verdiğini almak
kula düşmez ama
(ya tanrı adına olursa)
kulaklarını
ben uzattım
midas’ın
(başkasının günahı alınır)
dünyayı
zehir ettim
istedim
eski haline soktum yeniden
sevindi zavallı kral
çok sevindi
tanrı fukarayı
sevindireceğinde
önce eşeğini yitirtir
buldururmuş
sonra da
kimse bilmedi neler çektiğini
nasıl zindan olduğunu dünyanın
nasıl huzura kavuştuğunu
ölümünde
bilmedi kimse
kulaklarından
o eşek kulaklarından
diyeceksiniz hepiniz
yok canım
onun en büyük acısı
kral olmasıydı
yalnızca kral
yoksa kimin umurunda olurdu
sıradan bir köylünün kulakları
kimse bilmedi neler çektiğini
kimse bilmedi neler hissettiğini
atomu ayrıştırmadan keşfettim
düşüncemde
demokrasiyi tartışıp
köle oldum
atina’da
truva’da tahta ata saklandım
spartaküs’le özgürlüğe koşup
kördüğümü çözdüm iskender’le
musa’dan sonra yelken açtım
geçtim denizi yürümeden
firavunlara eşlik ettim
gömülürken piramitlere
at sırtında yıktım çin settini
yerleşik olan her şeyi yıkmaktı gereken
yerleşik olandı çürüyen
çürümeye yüz tutan
duvarlar yaptım kilometrelerce
kimi durdurdum
kimi durduramadım akınları
timur’la at sürdüm hindistan’a
anadolu’ya
şarkılarımı üçüncü selim’le söyledim
lale bahçelerinde
kaplumbağalar dolaştırdım
mumlarla
matbaayı yerle bir ettim
yüz yıl geri bıraktım aydınlanmayı
yüz yıl geriden başladım aydınlanmaya
isyan olup kazan kaldırdım
bektaşilerle
türkü söyledim cezayir’de
ben kuşattım istanbul’u
karadan ve denizden
ben direndim içerde kuşatmaya
kazanan
yitiren bendim
mevlana önünde döndüm delice
kendimden geçinceye dek
ney üfledim
pir sultan’ı ipe çektim banaz’da
pir sultan olup doğdum yeniden
aynı yerde bekledim
yüzyıllar boyu
ateşe düşmek için onlarca insanla
* * *
kırk yıl
kırk yıl bekledim
anlamak için kırk yıl öncesini
olanaklı görünmüyor
kırk yıl daha yaşamam
anlaşılan
yetmeyecek ömrüm
bugünü anlamaya
* * *
kalbimin arka yüzü
akşamlar hüzünlüdür şiirlerde
gerçekte karanlıktır akşamlar
gün ışığı kalbimin aynası
akşamlar arka yüzü kalbimin
yaz akşamları kararmaz kuzeyde
hüznü gizlemek olanaksız yine de çoğu
hüznün zamanı geldiğinde
kalbimin arka yüzü parlak
karanlık batar göze
karanlık sarar teni
bense içimde yalnız
ve üşürüm her akşam
hüznümle